Baskın Oran

“Anayasa Mahkemesinin En Mahcup İptal Kararı”

Anayasa Mahkemesi çok önemli bir karar verdi. Tapu Kanununun 35. maddesini değiştiren 19.07.2003 tarihli yasanın, yabancı uyruklulara taşınmaz satmayı kimi koşullarla mümkün kılan 19. maddesini oybirliğiyle iptal etti.

Etti ama, tuhaflık var. Yazımın başlığı, Adnan Keskin’in 15.03.2005 tarihli Radikal’deki yazısının manşeti ve durumu çok güzel özetliyor. Mahkeme “mahcup”. “Bu iptal, yabancıya hiç mal satılamaz anlamına gelmez. Sadece, yasal güvence ve sınırlamaların yeterli görülmediği anlamına gelir”  türünden açıklamalar, yürütmeyi durdurma verilmemesi, yasağın ancak kararın gerekçesi Resmî Gazete’de yayınlandıktan 3 ay sonra başlayacak oluşu, karar gerekçelerinin epey geç açıklandığı da dikkate alınırsa, ciddi “mahcubiyet” belirtileri. Ayrıca kimi üyelerin “Biz karşıydık ama, karşı çıkmadık” dedikleri dolaşıyor.

***

Tartışmaya başlamadan önce, yabancıya satış koşullarını bilelim: 1) Alıcının ülkesi Türkiyelilere taşınmaz satıyor olacak (karşılıklılık); 2) Taşınmaz sakıncalı (askerî, stratejik, vb.) bölgede olmayacak; 3) Şirketlerin 300 dönümün (1 dönüm=1000 m²) üzerinde alabilmesi için Bakanlar Kurulu izni olacak.

Şimdi de, bugünkü durumu, Bayındırlık ve İskan Bakanı Z. Ergezen’in son demecinden görelim: İptal edilen yasa çıktıktan sonra 10.121 yabancı gerçek kişi ve 3 şirkete, 42 ilde, üzerinde 8.351 bina bulunan toplam 4.400 dönüm satılmış. 47 ülkeye mensup bu yabancılar arasında ilk 5’e girenler: Almanlar, İngilizler, Hollandalılar, Avusturyalılar, İrlandalılar. Bu toplam satış, 5.300 dönümlük Heybeliada yüzölçümünden küçük (Hürriyet 24.01.2005 ve Milliyet 21.01.2005).

Bir de karşılaştırma yapalım: 2004 sonu itibariyle Almanya’da taşınmaz alan Türkiyeli sayısı: 195.000. Her biri ortalama 130 m² hesaplansa, Luxembourg devletinin yüzölçümü ediyor: 25.000 dönüm. Türkiyelilerin diğer Avrupa ülkelerinde de 45.000 taşınmaz aldıkları biliniyor (Hürriyet, 11.01.2005).

***

Yabancı uyruklulara satışa karşı çıkanların söyledikleri şu: Bu, memleketi satmaktır. Özellikle İsrailliler GAP’tan, Suriyeliler de Hatay’dan alıyor; bunlar yarın buralarda egemenlik iddiasında bulunurlar. Yahudiler vaktiyle Filistin’de böyle yapmıştı.

Tapu-Kadastro Gn.Md. M.Z. Adlı’nın açıklamalarına göre, Gn.Kur., MİT ve MSB araştırma sonuçları hiçbir İsraillinin GAP’tan taşınmaz almadığını gösteriyor. Bunlar 82’si İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de toplam 133 taşınmaz almışlar. Hatay’daki Suriyeli taşınmazlarına gelince; bunlar, Hatay TC’ye 1939’da katıldığında Suriye uyrukluğunu tercih edenlerin arazileri (Radikal, 11.12.2004). Zaten, 1939’dan beri Suriyelilere taşınmaz satılmamış.

***

Devletin resmî istatistiklerine “hainlik” veya en azından “yalan” demiyorsanız, bu işte armutlarla elmalar falan değil, armutlarla örneğin tuğlalar birbirine karıştırılıyor:

Mülkiyet ile Ulusal Egemenlik aynı şey sanılıyor. “Devletleştirme” ve “kamulaştırma” kavramları yok farzediliyor. İngiliz mandası altında devletsiz toprak olan Filistin bölgesi ile Türkiye Cumhuriyeti birbirine benzetiliyor. Taşınmaz mal (gayrimenkul), bavula konup götürülen taşınır (menkul) malla karıştırılıyor. Hiç gitmediği bir ülkenin durumu umurunda olmayacak yabancıyla, malının bulunduğu ülkenin istikrarlı olmasını isteyecek yabancı bir tutuluyor.

Dahası, her an gelip her an tüyen spekülatif sermayeden titreyen Türkiye, dünyanın en kalıcı yabancı sermaye yatırımı olan taşınmaz yatırımını reddediyor!

Bu kadar acayiplikler bir araya geldiğine göre, sakın bu, bizim meşhur Sevr Paranoyası’nın bir parçası olmasın? Hani, toplam 85.000 gayrimüslimin yaşadığı 70.000.000’luk Türkiye’nin misyoner faaliyetlerince parçalanmakta olduğunu söyleyen Sevr Paranoyası’nın? Yazık yahu bu insanlara! Gece falan uyumuyorlardır herhalde? Onları da ben mi düşüneceğim!

***

Ama, bunca sınırlayıcı koşul koymuş bir yasayı iptal edebilmek için, 177 maddelik anayasada madde bulamayıp, 12 Eylülcü zihniyetin Başlangıç Bölümüne yansımış o âfâkî “Yüce Türk Devleti’nin bölünmez bütünlüğü”ne müracaat zorunda kalacak bir yüksek yargı kararı karşısında oturup elbette düşüneceğim.

Taa 17. yüzyılda İslam’a geçmiş Musevileri (“Sabetaycılar”) bile düşman ilan edecek ve Hitler’i best seller yapacak hale gelen bir ırkçı milliyetçilik dalgasının daha neleri ve nereleri yazık edebileceğini düşünmeyip de ne yapacağım?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı