Gazetenin renkli sürmanşeti: “İzmir’i Ermeni çeteciler yaktı”. Demeç sahibi: İzmir’in Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi Müdürü.
Haberin içinde şöyle diyor: “Biliyorsunuz yangın konusu bazı kasıtlı çevrelerce speküle ediliyor. Yangının sorumluluğu, 9 Eylül 1922’de şehre giren Türk ordusuna yüklenmek isteniyor. Bizim ulaştığımız ve ilk kez yayınladığımız yerli ve yabancı belgelerin hemen tamamı, yangının Ermeni Mahallesi’nden, Ermeni çeteciler tarafından provoke edildiğini çok açık şekilde ortaya koyuyor. Hepsini yayınladık.” (Milliyet Ege eki, 07.09.09)
Muhabirin sansasyon yaratmak için attığı manşetten farklı gibi. Yine de aynen “B… değil, t”i hatırlatıyor.
Zamanlaması da olağanüstü: Türkiye’nin başına 90 yıldır çöreklenmiş dört Zombi’den Ermeni Sorunu’nun tam da barışçı çözüme götürüldüğü, iki protokolün parafe edildiği bir sıra.
Şurası çok ilginç ki, yangının Ermeni mahallesinden başlamış olması Ermeniler tarafından çıkarıldığının (pardon, “provoke edildiğini”n) “çok açık” kanıtı oluyor.
Bu rezil yangın konusunda hep üç teori oldu: 1) Geriye kalmasın diye Rumlar yaktı, 2) Geriye kalmasın diye Ermeniler yaktı, 3) “Gavur İzmir”den geriye gayrimüslim izi kalmasın diye Sakallı Nurettin Paşa yaktırdı.
Hangi biri yaktı, henüz bilen yok. Müdür’ün de bildiği yok ki, “provoke ettiler” (?) diyor; provoke etmek tahrik etmek demek. Ermeni çeteciler kimi tahrik etti de yaktırdı? Ben de bilemem kim yaktı. Tek bildiğim, M. Kemal’in Nutuk’ta (1927) fena benzettiği bu Sakallı Paşa’nın fevkalade marifetli oluşu.
Tarih sırasıyla: 1) Topal Osman gibi birini de kullanarak Koçgiri’de Kürtlere olağanüstü mezalim yapınca TBMM yargılanması için karar çıkartıyor da, M. Kemal Paşa araya girip görevden almakla yetiniyor. 2) Kurtuluş ertesi, İzmir Rum metropolitini orta yerde linç ettiriyor. 3) Yargılanmak üzere Ankara’ya gönderilecek gazeteci Ali Kemal’i sivil giydirdiği erlere İzmit garında linç ettiriyor. Artık bu sonuncusu M. Kemal’i çileden çıkartıyor ve Nutuk’ta (İzmir tabiriyle) “çikin” etmesine sebep oluyor. Başka şeyler de var.
Ankara’da 12 Eylül döneminde yaptırılan Devlet Mezarlığı’na Kurtuluş Savaşı komutanları naklediliyordu da, şurasından anlayın ki, bu zatın kemiklerini Cunta bile istemediydi.
“Ermenistan’ın topraklarımızda gözü var”
Şimdi bu yangın haberi, Ermenistan’la ilişkiler aman düzelmesin diye çırpınanların iki temel direğine eklenmiş bulunuyor: 1) “Ermenistan bizden toprak istiyor”, 2) “Dağlık Karabağ işgali bitmeden sınırı açamayız”.
Birinci iddianın iki ayağı mevcut: “Ermenistan; sınırı çizen 1921 Kars Antlaşmasını tanımıyor. Yani, sınırı kabul etmiyor”, “Bağımsızlık Bildirisi ve Anayasa’da D. Anadolu’dan ‘Batı Ermenistan’ diye bahsediyor”. İkisinin bileşkesi: Bizim topraklarımızda gözü var.
Nüfusu 3,4 milyondan şu anda 2,5 milyona doğru inmekte olan Ermenistan’ın 72 milyonluk Türkiye toprağında nasıl gözünün olacağı büyük ölçüde bir mantık sorunu ama, biz sadece belgelere bakalım:
1921 Kars Antlaşması
Bu belge, TBMM Hükümeti’nin (Batum’u vermek sayesinde) Sovyetler’le 1 Mart 1921 günü imzaladığı Moskova Antlaşması’nın bir ürünü. Hem Sovyet yardımının yolunu açtı hem de Sovyetler 1. maddeyle “Misak-ı Milli’nin kapsadığı toprakları” kabul ettiler ve 15. maddeyle antlaşmayı “Güney Kafkasya Cumhuriyetlerine” kabul ettirmeyi taahhüt ettiler.
Nitekim, Moskova’yla aynı içerikte olan Kars Antlaşması, TBMM Hükümeti ile Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan arasında 13 Ekim 1921’de imzalandı.
İmzalayan Ermenistan’ın bugünkü Ermenistan’la bir ilişkisi yok. 02 Aralık 1920’de bu ülkede Bolşeviklik ilan edilmiş ve Kars imzalandığı sırada bu ülke, 1923’ten itibaren SSCB diye anılmaya başlanacak olan federasyonun Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adlı parçası. Bugünkü Ermenistan ise 70 yıl sonra, Ağustos 1991’de Ermenistan Cumhuriyeti adıyla kuruldu ve Türkiye tarafından Aralık 91’de tanındı. Şimdi Türkiye, 90 yıl sonra, 1921’i tanımasını Ermenistan’dan istiyor. Onca iç muhalefet ve diasporayla uğraşan Ermenistan da “Tanıyorum” diyemiyor. Siz der miydiniz?
Açık açık ilan ettiler
Ama bunun hiçbir önemi yok. Önemli olan şu: Ermenistan yetkilileri Türkiye’den herhangi bir toprak talepleri olmadığını defalarca ve açıkça ilan ettiler. Bunlardan ikisini ben 2005 yılında Erivan’daki bir konferansta kendi kulaklarımla o zamanki Devlet Başkanı Koçaryan’ın ve Dışişleri Bakanı Oskanyan’ın ağzından duydum. Koçaryan bu demeci 11 Nisan 2005’te basına da vermişti: “Toprak talebini asla ileri sürmedik” (bkz. ve ayrıca bkz.). Bilindiği gibi, uluslararası hukuk ve teamülde cumhurbaşkanı veya başbakan veya dışişleri bakanının demeçleri devleti bağlar.
Şimdiki Devlet Başkanı Sarkisyan da Cenk Başlamış’a aynı şeyi söylüyor: “Sarkisyan, ‘Türkiye’den toprak talebiniz var mı?’ sorusuna, ‘Toprak iddiasına çok şaşırıyorum. Kesinlikle hiçbir Ermeni yetkili böyle bir açıklama yapmadı’ diye cevap verdi.” (Milliyet, 21.09.08) Her şeyi bırakın, bütün esprisi sınırların değişmezliği ilkesi olan AGİT Sözleşmesi’ni 1992’de imzalaması Ermenistan’ı uluslararası planda tamamen bağlıyor. Başka açıklama yapmasına gerek yok.
İki ayrı bildiri meselesi ve Anayasa
Konuyu sömürenlerin dışında kimse farkında değil ama, iki ayrı bağımsızlık bildirisi var.
Ermenistan daha SSCB’nin bir parçasıyken, Ermenistan SSC’nin Yüce Konseyi 23 Ağustos 1990’da bir bağımsızlık bildirisi yayınladı. Bunun 11. maddesi şöyle diyordu: “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da cereyan eden 1915 Jenosidinin uluslararası tanınmasını destekleyecektir.”
Batı Ermenistan teriminin Ermeni siyasal terminolojisindeki anlamı, 1639 Kasr-ı Şirin paylaşımında Osmanlı’ya düşen tarihi Ermenistan topraklarıydı. Yüce Konsey, Türkiye sınırını tanımadığını göstermek istiyordu.
Ama bu konu 1990’da kaldı. Ermenistan bu terimi bir daha tekrarlamadı. Bağımsız olurken yayınladığı 23 Eylül 1991 tarihli ikinci bağımsızlık bildirisinde ve sonrasında bu terim bir daha kullanılmadı. Türkiye’deki kafa karıştırıcıların bahsettikleri bildiri, yukarıda sözünü ettiğim ilk bildiri (1990). Türkiye’yi bugün ayağa kaldıran meşhur Bildiri Olayı bu, işte.
Gelelim Anayasa’ya. Bu terim, 05 Temmuz 1995’te kabul edilen Anayasa’ya da alınmadı. Sadece, Devlet Başkanı Ter Petrosyan, infial içindeki Taşnakları yatıştırmak için, başlangıç bölümünde 1990 bildirisine bir gönderme yaparak meseleyi geçiştirdi: “Ermeni Halkı, Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ne nakşolunmuş Ermeni bağımsızlığının ve ulusal özlemlerinin ana ilkelerini temel alarak ve…”. Türkiye’yi ayağa kaldıran meşhur Anayasa Olayı da bu, işte.
Gelelim Dağlık Karabağ’a
Ermenistan’la barış sürecini mutlaka baltalamak isteyenlerin ikinci ana direği de şu: “Ermenistan D. Karabağ’dan çekilmeden sınır açılamaz.” Şimdi size, bendenizde bulunan çok önemli bir gizli ses bandını aktaracağım. Nereden elime geçtiğini vs. sormayın, sadece izleyin:
Türk (T): Azerbaycan Cumhuriyeti’nin batısını, D. Karabağ’ı 1991’de işgal ettiniz ve hâlâ çıkmadınız!
Ermeni (E): Siz de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzeyini 1974’te işgal ettiniz ve hâlâ çıkmadınız!
T: Ama Rumlar Türklerin 1960’ta getirilmiş özerkliğini 1963’te kaldırmışlardı ve soydaşlarımızın hayatı tehlikedeydi!
E: Azeriler de, D. Karabağ’ın 1923’te getirilmiş özerkliğini 1989’da kaldırmışlardı ve soydaşlarımızın hayatı tehlikedeydi!
T: Ermenistan’ın yeni toprağa ihtiyacı mı vardı?
E: Sizin yeni toprağa ihtiyacınız mı vardı?
T: Dünyada hiçbir ülke D. Karabağ’ı tanımıyor. Başınıza bela oldu! Zaten Taşnaklarınız da bizim barışçı açılımımızı çelmeliyor!
E: Hiçbir ülke de K. Kıbrıs’ı tanımıyor. Sizin de başınıza bela oldu! Sizin de ulusalcılarınız kendi yaptığınız açılımı çelmeliyor!
T ve E, ikisi birden: …
Bandın bundan sonrası maalesef anlaşılmıyor. Geri plandan karışık sesler duyuluyor, sanki meşhur fıkradaki “Yahu biz bunu niye yaptık?” mealinde bir şeyler gelir gibi oluyor, arkasından güzel bir hafif müzik başlıyor…