Bundan en azından 15 yıl sonra yapılacak (veya, yapılmayacak) referandumlar için şimdiden ağıt yakan bir ülkeden kaçıp, size bu hafta çok daha anlamlı ve hoş bir şey anlatmak istiyorum: Antakya.
***
Bundan aylar önceydi, bir telefon geldi. Antakya’dan Zahi bey arıyor. Mübareğin adını tam anlayıp not edene kadar birkaç telefon geçti doğrusu. Birkaç telefon diyorum, çünkü Zahi bey sağlamcı: Her hafta sektirmeden arıyor, 9-12 Aralık’ta İnşaat Mühendisleri Odası olarak düzenledikleri sempozyuma yaptıkları daveti çok kibar biçimde hatırlatıyor: “Hocam bir arzunuz var mıdır?”.
Nitekim, oraya varınca öğreniyoruz ki, meğer Sağlamcı Zahi bey bütün davetlileri birkaç günde bir arar, iman tazelermiş! Örneğin, ilk gece çilingir sofrasındayız (ama birader, ne yemekler bu kentteki yemekler!), yanımdaki Zeynep Oral’a kendini takdim ederken yakalayacağım Zahi beyi: “Zeynep hanım, ben telefon sapığınız Zahi!”
***
Antakya’yı çok dinlemişiz; çok dinlediğiniz bir insan veya yer mutlaka hayal kırıklığı yaratır. Ama burası ve insanları bütün duyup dinlediklerimin ötesine geçti. Ben size burayı mutlaka fotoğraflarla anlatmalıyım; başka türlüsü olamaz (bkz. Birgün pazar eki). Ama sözle de yazmalıyım: Antakya, AB’yi solda sıfır bırakır.
Her dinden ve mezhepten ibadet yerinin aynı sokaklara sıram sıram sıralanışıyla bırakır. Kimsenin birbirinin işine-inancına karışmamasıyla bırakır, dinlerarası ve mezheplerarası evlilikleriyle bırakır.
Birkaç kavşak hariç hiçbir yerinde trafik lambası bulunmadığı halde otomobillerin zınk diye durup yayaların geçmesini beklemesiyle bırakır.
Son derece kaliteli ve hoş biçimde hafifçe karından aşağı süzülüveren esprileriyle bırakır.
Eski belediye başkanı İris hanımın feminenliğinden hiç ödün vermeksizin erkeklere öğretir gibi rakı içişiyle bırakır.
Dünyanın ikinci büyük mozaik müzesiyle bırakır, baloda herkesin kendi eşini tapulamaya kalkması yerine birbiriyle de dans etmesiyle bırakır, bırakır oğlu bırakır, Türkiye’nin tek Ermeni köyüyle bırakır…
***
Tamamı Ermeni olan Vakıflı köyündeyiz. İki adımda bir, variller koymuşlar: “Çevremizi Temiz Tutalım”. Evler villa gibi.
Gazetelerde çıktı: Gübre atmak yerine toprağa “böcekler” bırakıyorlar. Organik ürünler sayesinde Avrupa’yı ihraç kapısı etmişler. Manavdan bir buçuk-iki milyona aldığınız mandalinayı civar köylerden dinledik: “Bu yıl para etmiyor; dalında kilosu yüz bin liraya satmak zorunda kaldık” dediler. Vakıflı, AB’ye dört yüz yirmi beş bin’e ihraç ediyor. Tamamen doğal ürün olduğu için…
Onu bunu bırakın, tek bir şey söyleyeyim de inanmayın: Ufacık köyde ayrı bir morg binası var, morg! Mülkiye’den dürüstlük ve sevecenlik timsali hocamız Fehmi Yavuz turistik belde Datça’da yazın öldüydü de, kimseler yetişemeden apar topar gömmek zorunda kaldılardı…
***
Peki, bu kent hakkında söylenecek kötü bişey yok mu?
Geçmişte olmuş. Roma zamanından kalma taş köprüyü eskimiştir ve yetersizdir diye yıkmışlar, yerine beton köprü yapmışlar.
Daha kötüsü, Türkiye’nin her yerinde farklı mezhepten insanlar öldürülürken, bu dinlerarası ve mezheplerarası cenneti de berbat etmeyi başarmışlar. Bize müzeyi, arkasından da o güzelim Uzun Çarşı’yı ve çevresini gezdiren mühendis arkadaş anlatıyor:
“Çocuktum, annem bakkaldan yoğurt almaya yolladı. Kalmamış. Başkasına baktım, bir daha başkasına, farkında olmadan bu şimdi geçtiğimiz mahalleye kadar gelmişim. Bakkal bana biraz şaşkın baktı, biraz dehşetle, sen burada ne arıyorsun hemen al yoğurdunu mahallene dön çabuk, diye azarladı. Bir farkına vardım ki, şu meydanda Ülkücüler bizim mahalleye hücum etmek için toplanıyorlar”.
Biz dediği, bu kentteki geniş Alevi topluluğu. Daha doğrusu, Nusayriler. Suriye’deki Nusayrilerin benzerleri. İnanılmaz medeni, inanılmaz açık fikirli insanlar. Ana dilleri Arapça. Ama çocuklarına öğretememenin derin üzüntüsü içindeler. Ne olurdu yani öğretebilselerdi? Suriye’ye mi geri götürürlerdi Antakya’yı, koparıp?
***
Peki, şu anda şikayet edecek bişey? Var. Kentin ortasından geçen Asi ırmağına kaç yerden güldür güldür lağım akıyor. Oysa, yıllar önce bir arıtma tesisi kurmuşlar, fakat “ortalığı sivrisinek basınca” vazgeçmişler, yine vermişler lağımı Asi’ye. Şimdi, çevre beldelerle birlikte bir proje peşindeler.
Bir de bişeyden şikayet ediyorlar, devlet büyüklerimizin kulağına duyurayım: Hatay Devletinin parlamentosu olan tarihsel bina bugün özel sinema binası. “Bişey değil, porno film oynatıyorlar, tarihe ayıp oluyor!” diyorlar.
Porno oynatılmasına karıştıklarından değil. İtiraz, tarihsel binada oynatılmasına. Burası Antakya, hoşgörünün mekânı, güzelim insanlar diyarı, aman yanlış anlaşılmasın…