Baskın Oran

5 başlıkta antlaşmanın önemi, 10 Lozan yalanına 10 yanıt | Metin Kaan Kurtuluş – T24

Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ve onu takip eden devrimleri Cumhuriyet
Halk Partisi’nin 4. Kurultayı’nda şu sözlerle özetler:

“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren
savaş. Ondan sonra içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet
ve bunları başarmak için arasız devrimler…”

Parçalanmış bir imparatorluğun küllerinden genç bir cumhuriyeti doğuran Milli Mücadele’nin muharebelerdeki kazanımlarını, masada elde edilmiş birçok zafer tamamlamıştır. Masada elde edilen bu zaferlerin başında, İsmet İnönü‘nün yedi devletin temsilcisiyle 99 yıl önce bugün imzaladığı Lozan Antlaşması’nın geldiğini söyleyebiliriz. Başlangıcı ile bitmesi arasında aylar geçen barış müzakereleri, Kurtuluş Savaşı’nda alınan zafere rağmen hiç kolay geçmemişti. Şevket Süreyya Aydemir, “İkinci Adam” adıyla üç ciltlik biyografisini yazdığı İnönü’nün müzakerelerde gösterdiği direnci, “Yakın tarihimizde bir başka müdahalesi olmasaydı bile İsmet Paşa, yalnız Lozan’daki mihnetleri, direnişleri ile, unutulması mümkün olmayacak bir yer işgal edebilirdi” diye anlatır.

Türk heyetine liderlik eden İsmet İnönü, Lozan görüşmelerinde

Türk heyetine liderlik eden İsmet İnönü, Lozan görüşmelerinde

Yıllar boyunca Lozan Antlaşması’nı bütün boyutlarıyla incelemiş olan Prof. Dr. Baskın Oran, imzaların 99. yılı sebebiyle yaptığımız bu söyleşide Lozan’ın “Türkiye’nin kurucu antlaşması olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’ne egemenlik sağlayan belge olduğunu” vurguluyor. Prof. Dr. Oran, Lozan’ın birçok farklı boyutta önemi olduğunu vurgularken, “Belki de günümüz açısından en önemlisi şudur ki Lozan, o gün de bugün de gelişmişliği ve hatta uygarlığı simgeleyen Batı dünyasına Türkiye’nin kalıcı biçimde katılımının belgesidir” diyor.

Lozan’a bazı çevrelerde düşmanlık beslenmesinin gerekçesinin de antlaşmanın bu vasfından kaynaklanıyor olabileceğine işaret eden Oran, “Kötü niyet, Lozan’ın Türkiye’yi kesin ve kalıcı biçimde Batı kampına sokmuş olmasına ideolojik tepkiden kaynaklanır ki, ilginçtir, bunlar birbirine zıt iki kamptan oluşur: İslamcılar ve ulusalcılar. Ortak noktaları, ‘yerli ve milli olmayan’ Lozan’a karşı oluşlarıdır” görüşünü dile getiriyor.

Oran, “Lozan 2023’te bitecek” ve “Lozan’ın gizli maddeleri var” gibi yaygın mitlerin de neden yanlış olduğunu açıklarken, “Türkiye’de Lozan kadar anlaşılmamış, daha kötüsü, yanlış anlaşılmış bir metin daha bilmiyorum” ifadesini kullanıyor.

Prof. Dr. Baskın Oran’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının üzerinden 99 yıl geçti. 24 Temmuz ve öncesindeki imzalanan anlaşmalara kısaca bakabilir miyiz?

Bu yıl Lozan’ın 99. yıldönümü. 2023’te bir asrı tamamlayacağız.
“Lozan” derken, tanımlayıp öyle devam etmek lazım, çünkü Kasım 1922-Temmuz 1923 arası gerçekleşen Lozan Barış Konferansı’nda tam 18 adet senet imzalandı. Bizim burada bahsettiğimiz, bu senetlerin biri ve en önemlisi olan “Lozan Barış Antlaşması”dır.

Onun yanı sıra, aynı önemde olmamakla birlikte, “Türk ve Yunan Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme”yi de zikretmek lazım, çünkü Lozan’ın “Azınlıkların Korunması” başlıklı Kesim III’ünü ilgilendiriyor. Bu da, mübadele dışı olarak iki ülkede bırakılan ve bugün iki ülkede de “azınlık” diye anılan, Türkiye’de Ortodoks Rumların (ve bu arada bütün diğer Gayrimüslimlerin), Yunanistan’da da Batı Trakya’daki Müslüman Türklerin haklarını ilgilendiriyor.

Buraya tekrar döneriz, ama geçmeden söyleyeyim, “Ortodoks Rumlar” ve “Müslümanlar” diyoruz, çünkü Osmanlı’da Konstantinopolis’in fethinden itibaren uygulanmaya başlanan Millet Sistemi’nin kalıntısı olarak Balkanlar ve Orta Doğu’da toplumsal kimliğin ana unsuru soy veya dil değil, din ve hatta mezheptir. Bu nedenle Lozan Kesim III’teki en önemli ve geniş haklar Gayrimüslimlere verilmiştir. Fakat bu konu burada bu kadarıyla bırakılır ve gerisi getirilmezse yanlış anlaşılabilir, onun için tekrar dönelim.

Lozan Barış Antlaşması’nın kapak sayfası ve fihristi

Beş maddede Lozan’ın önemi

Lozan Antlaşması’nın Türkiye için önemi nedir?

Evet, daha ileriye gitmeden Lozan’ın Türkiye Cumhuriyeti için niye önemli olduğunu saymak istiyorum. Saymak, çünkü bu önem bir değil iki değil; çok büyük

1) Lozan, Türkiye devletinin kurucu antlaşmasıdır.

Dikkat: Türkiye devletinin. Çünkü ‘devlet’ten farklı olarak bir rejim olan Cumhuriyet yaklaşık üç ay sonra, 29 Ekim 1923’te kurulacaktır. Devletler uluslararası tanınmayla kabul edilirler; Lozan bu açıdan kurucu antlaşmadır. Kurucu antlaşma olduğu için de, çok rahatsız edici iki husus var, söylemeden geçmeyeyim:

Birincisi, Türkiye’de Lozan’a saldırmak ve belgeyi “hezimet” olarak nitelemek kimi ideoloji sahiplerinin alışkanlığı haline geldi.

İkincisi, bizzat Türkiye Cumhuriyeti kendi kurucu antlaşmasını özellikle yukarıda sözünü ettiğim azınlık hakları açısından sürekli ve sistematik biçimde ihlal etti ve etmekte.

2) Lozan, Türkiye’nin ulusal sınırlarını belirleyen ve onu bu sınırlar içinde siyasal açıdan bağımsız ve egemen kılan belgedir.

O günün koşullarında bu sınırlarda kimi kısıtlamalar vardır, ki bunlar esas olarak Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde getirilen silahlandırma sınırlamalarıdır ve 1936 Montrö’de kaldırılacaklardır, ama önemli olan husus bu sınırların sağlamlığıdır.

Sağlamlığıdır derken: II. Dünya Savaşı’ndan bugüne çeşitli ülke sınırlarının nasıl değişiverdiğini göz önünde tutarsak, I. Dünya Savaşı gibi bir alt-üst oluşun hemen ardından bu sınırların, (1939’da Türkiye’ye iltihak eden Hatay haricinde) bugüne kadar değişmeyen ve büyük istikrar sağlayan sınırlar oluşunun önemi anlaşılır.

3) Lozan Türkiye’nin iktisadi bağımsızlık belgesidir ve iktisadı millileştirmenin temel adımıdır.

Düyun-ı Umumiye borçları gibi müzminleşmiş bir belanın yükünü Osmanlı’nın ardından kurulan diğer devletlere de paylaştırmış ve ayrıca takside bağlamıştır, son taksiti Türkiye 1954’te ödeyecektir.

Daha önemlisi, daha Orhan Bey zamanında iktisadi hareketliliği sağlamak amacıyla Batı Avrupa tüccarını bu topraklara çekmek için memnuniyetle verilen, fakat Avrupa’nın sanayi devrimini başarması üzerine tam bir iktisadi bela haline gelen kapitülasyonlar Lozan Madde 28’le “her bakımdan” kaldırılmıştır.

4) Lozan, imzacı büyük devletlerle eşitlik belgesidir.

Çünkü başta Sevr olmak üzere I. Dünya Savaşı’nı sonlandıran tüm barış antlaşmaları karşılıklı müzakere yapılmaksızın, ilgili devlete dayatılarak imzalatılmıştır. Lozan bunun tek istisnasıdır. Çok zorlu bir müzakere sonucu imzalanmıştır ve diğerlerinden farklı olarak, büyük devletlerin dünya hakimiyetini simgeleyen Milletler Cemiyeti Misakı Lozan metninin başında yer almaz.

Lozan, hem Türklerin mağlup olduğu I. Dünya Savaşı’nı hem de Türklerin galip geldiği Kurtuluş Savaşı’nı, ikisini birden bitiren barış antlaşması olduğu için, karşılıklı pazarlıklar sonucu ortaya çıkmış bir uzlaşma metnidir. Bu sayede de, I. Dünya Savaşı’nı bitiren barış antlaşmaları içinde halen hayatta olan tek antlaşmadır; diğerleri bugün yoktur.

Zaten, “Lozan zafer mi hezimet mi?” biçimindeki tartışma da bu sebeple saçma sapandır. Çünkü, taraflardan sadece bir tanesinin çıkarlarını yansıtan, öbürünün çıkarlarını hiç dikkate almayan barış antlaşmaları çürüktür; zamanla ortadan kalkmaya mahkûmdur; aynen Sevr gibi.

Lozan, bu iki savaşı birden bitiren antlaşma olmak sayesinde bir uzlaşma olduğu için bugüne kadar gelebilmiştir. Diğer yandan Lozan zafer yönü daha ağır basan bir uzlaşmadır, çünkü hem Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmıştır, hem de o sırada büyük devlet İngiltere’nin başı derttedir (“Oğullarımızı derhal terhis edin” kampanyaları, İrlanda sorunu, Fransa ve İtalya’yla çatışmalar, vs.) ve bir an önce barış yapmak istemektedir.

5) Belki de günümüz açısından en önemlisi şudur ki Lozan, o gün de bugün de gelişmişliği ve hatta uygarlığı simgeleyen Batı dünyasına Türkiye’nin kalıcı biçimde katılımının belgesidir.

Zaten Lozan’ın kimi ideoloji sahipleri tarafından sürekli saldırıya uğraması da bu sebepledir. Batı’ya mensubiyetin anahtarı sorulacak olursa, yukarıda sözünü ettiğimiz Lozan Kesim III’ün 37 ila 45. maddeler hükümleridir. Yani, azınlık koruma maddeleri.

Hatta, hemen söylemek gerekiyor ki, Lozan, insan hakları teriminin uluslararası alanda kullanılmaya henüz başlanmadığı bir devirde (çünkü bu terim uluslararası metinlere ilk defa 1945 Birleşmiş Milletler Antlaşması’yla geçecektir), azınlık haklarının yanı sıra insan haklarını da bu Kesim III’le koruma altına almıştır.

Lozan’a ilk devrede giden Mürahhas Heyeti

‘Yerli yabancı’lar!

 

Azınlıkların korunmasıyla ilgili bu Kesim III’ün üzerinde biraz daha durabilir miyiz?

Azınlıkların korunması, I. Dünya Savaşı sonrasının sihirli temalarındandır. Çünkü bu korkunç savaşa bir yandan dünya çapında emperyalizmler çatışması, bir yandan da Avrupa’daki azınlık sorunları sebep olmuştur.

Yukarıda da söylediğim gibi Osmanlı’nın Millet Sistemi icabı Türkiye’de (ve Kesim III’ün son maddesi Madde 45 icabı Yunanistan’da) azınlıklar din ve hatta mezheple (“Gayrimüslim”) tanımlanmıştır burada. Bu azınlıklara, bu ülkelerdeki çoğunluk vatandaşlara verilmeyen (ve günümüzde “pozitif ayrımcılık” terimiyle karşıladığımız) kimi “artı” haklar tanınmıştır. Örneğin Madde 40’a göre kendi her türlü okullarını kurmak, yönetmek, denetlemek ve buralarda kendi dilini ve dinini okutmak. Madde 42’ye göre, mevcut vakıflarına tam bir koruma sağlamak ve yenilerini kurmak hakkı gibi.

Biraz önce, Lozan’ın getirdiği azınlık haklarının Türkiye devleti tarafından sürekli ve sistematik olarak ihlal edilmiş olduğunu belirtmiştim. Örnek vermeye girdiğim takdirde çıkması zor olur, şu kadarını söylemekle yetineyim ki, bu ülkenin vatandaşı olan Gayrimüslimler mesela ruhban okulu kuramazlar. Vakıf malları ellerinden alınmıştır ve yeni vakıf kuramazlar. Dahası, bu insanlar Türkiye’de azınlık değil yabancı muamelesi görmektedir. O kadar ki, bazı resmî belgeler bu Türk vatandaşlarını aynen şöyle tarif etmiştir: “Yerli yabancı (Türk tebaalı)”; sanırım bunu söylemek bile yeter.

İsmet İnönü, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka, Lozan’da konferansın yapıldığı salona girerken/1923

“Lozan’a göre, bütün T.C vatandaşları istediği dili kullanabilir, yasaklanamaz”

 

Kesim III’ün insan hakları üzerine vurgularını biraz daha açabilir miyiz?

Kesim III’e, Lozan konusunda fazla bilinmeyen bir hususu belirterek devam edeyim: Yine hemen yukarıda sözü edilen “insan hakları” da bu Kesim III tarafından getirilmiştir. İki biçimde:

1) “Türkiye’de oturan herkes”e varıncaya kadar (kanun önünde eşitlik, seyahat, mülkiyet, soy ve dil ve din ayrımcılığına uğramama, gibi) haklar getirmiştir ki, bunlara II. Dünya Savaşı ertesi terminolojisiyle “insan hakları” diyoruz.

2) Çok önemli iki hüküm olan, Madde 39/4 ve 5’le, Gayrimüslim azınlıklara getirilen dil hakları, Gayrimüslim olmayan iki gruba da getirilmiştir.

Madde 39/4 şöyle demektedir:

“Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.”

Bu hüküm sonucu, bütün T.C. vatandaşları istedikleri dili kullanabilirler ve bu yasaklanamaz. Çünkü bu 39/4, resmî dairelerde kullanım hariç olmak üzere akla gelebilecek her yer ve durumla ilgilidir. Üstelik, mesela “basın-yayın” terimi jenerik (genel) bir terimdir ve böyle terimler uluslararası sözleşmelerde geçtikleri zaman, hükmün konduğu tarihteki anlamlarıyla değil, hükmün uygulandığı tarihteki anlamlarıyla, o tarihte kazandıkları ek anlamlarla uygulanırlar. Yani bu “basın-yayın” terimi 1923’te Lozan yapıldığı zaman mevcut olmayan TV ve internet gibi olguları da içine alır; bunda hiçbir tereddüt yoktur.

Bu Madde 39/4’ün günümüz açısından en önemli yanı, dillerini kullanma konusunda büyük resmî engellerle karşılaşan, Türk-olmayan/anadili Türkçe olmayan vatandaşlara, özellikle Kürtlere kendi dillerini kullanma hakkı getirmesidir. Sanırım, Türkiye’de resmî makamların cumhuriyetin başından günümüze kadar sürekli ve sistematik olarak ihlal ettiği gerçeği karşısında bu hak meselesi daha fazla izaha muhtaç değil. İlerleyelim.

Madde 39/5 şöyle demektedir:

“Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.”

39/4’ün yeterince net bir metin olmasının yanı sıra bu 39/5 kimi ek açıklamalar gerektiriyor:

Bir kere, normalde herkesin kendini en iyi anadilinde ifade edeceği varsayımına dayanan bu hüküm, mahkemelerde savunma hakkının önemini ve bu hakkın neredeyse kutsal olduğunu vurgulamak için getirilmiştir.

İkincisi, “Türkçeden başka bir dil konuşan” demek, Türkçeden başka bir dil bilen demek değildir, çünkü kimse mahkemelerde mesela “ben okulda/kursta Fransızca öğrendim” deyip Fransızca ifade vermek isteyemez, absürt olur. Bu ifade, “anadili Türkçeden başka bir dil olan”demektir. Bunun da önemi şudur ki kimileri, özellikle de Kürtler, Türkçe de bildikleri halde, anadillerine getirilen yasa ve hukuk dışı kısıtlamaları protesto babında duruşmalarda Kürtçe konuşmak istemekte, söylediklerinin tercüman tarafından resmî dil Türkçeye çevrilmesini talep etmektedirler.

Çeşitli dönemlerde ve özellikle askerî darbe zamanlarında bu talebin reddedilmiş olması 39/5’in açık ihlalidir, çünkü 39/5’ten yararlanarak örneğin Kürtçe ifade vermek kişinin Lozan’dan kaynaklanan hakkıdır.

Üçüncüsü, “uygun düşen kolaylıklar” teriminden anlaşılması gereken, esas olarak, tercüman teminidir.

Dördüncüsü, Sevr’de bu hak hem yazılı hem sözlü olarak verilmişti, Lozan’da sadece sözlü olarak verilmiştir, yani duruşmada kendi dilini konuşmak serbesttir fakat mahkeme dosyasına yazılı olarak Türkçeden başka dilde belge konulamaz.

Dönemin karikatür sanatçılarından Derso ile Kelin’in, tarihe geçen çizgileriyle Lozan Antlaşması tasviri

Lozan konusundaki 10 şehir efsanesine 10 yanıt

 

Dediğiniz gibi bazı çevrelerde Lozan’la ilgili olumsuz söylemler yaygın. Sizce bunun gerekçesi nedir?

En başta, Lozan’ın Türkiye açısından önemlerini saymıştım. Lozan’ın bir özelliğini daha sayarak bitirelim; olumsuz bir özelliğini: Türkiye’de Lozan kadar anlaşılmamış, daha kötüsü, yanlış anlaşılmış bir metin daha bilmiyorum.

Bu durum bir yandan yaygın ve derin bir cahillikten kaynaklanıyor, bir yandan da kötü niyetten. Cehalet derken, malum: Türkiye’de herkesin yazması var ama herkesin okuması yok; tabii ki Lozan hakkında “fikir” serdeden insanlar antlaşmanın tek bir maddesini dahi okumamışlardır.

Kötü niyete gelince, o da Lozan’ın Türkiye’yi kesin ve kalıcı biçimde Batı kampına sokmuş olmasına ideolojik tepkiden kaynaklanır ki, ilginçtir, bunlar birbirine zıt iki kamptan oluşur: İslamcılar ve ulusalcılar. Ortak noktaları, “yerli ve milli olmayan” Lozan’a karşı oluşlarıdır. Hemen örneklere geçelim, çünkü bu şehir efsaneleri alabildiğine çok ve gülünç.

Hasan Saka (Ön sıra, en sol), İsmet İnönü (Ön sıra, soldan ikinci), Dr. Rıza Nur (Ön sıra, en sağ) ve Türk delegeler

Lozan’la ilgili birçok şehir efsanesi de bulunuyor. En popülerleri sanıyorum “Lozan 2023’te bitecek” ve “Lozan’ın gizli maddeleri var…” Bu söylentilere değinebilir miyiz?

“Lozan bir hezimettir” saçmalığına zaten daha önce değinmiştik. Bu efsanelerin en sivrisinden başlayalım:

“Lozan 100 yıl için yapıldı, 2023’te kendiliğinden sona erecek.”
Bunu internette dolaştıranlar ticaret, savunma, dostluk vs. gibi antlaşmalarının aksine, bir savaşı bitiren barış antlaşmalarının süresinin olamayacağını, olsaydı savaşın yeniden başlaması gerektiğini düşünmüyorlar. Herhalde Lozan’ı süpermarket ürünlerinin raf ömrüyle karıştırıyorlar.

Buna eklemlenen bir başka saçmalık:
“Lozan’ın gizli maddeleri var.”
Yani 8 devlet tarafından imzalanmış bir uluslararası metin 99 yıl içinde “gizli”liğini koruyabilmiş oluyor. Burada bu ulusalcıların söylemek istedikleri, antlaşmada Türkiye’nin yeraltı zenginliklerinin çıkarılmasını yasaklayan gizli maddeler bulunduğu. Herhalde TPAO’nun 1950’lerden beri petrol çıkarıp, rafine edip, sattığını duymamış olacaklar.

“Lozan’da sadece Ermeni, Rum ve Musevilere haklar getirilmiştir.”
Yanlış. Bunların isimleri sayılmamıştır. Azınlık hakları “Gayrimüslimler”e getirilmiştir.

“Lozan’da sadece Gayrimüslimlere haklar getirilmiştir.”
Bunu söyleyenler biraz önce anlatılan Madde 39/4 ve 5’i hiç duymamış olsalar gerek.

“1926’da Medeni Kanun çıkınca bazı Gayrimüslim cemaatleri Lozan’daki haklarından feragat etmişlerdir.”
Uluslararası bir barış antlaşması hükümlerinden cemaat liderlerinin feragati mümkün değil, çünkü azınlık hakları cemaatlere değil “cemaate mensup bireyler”e verilir.

“Türkiye Lozan’da o dönemde azınlık tanımında geçerli üçlü kriterden (ırk, dil, din azınlıkları) sadece din kriterini kabul etmiştir.”
Yanlış. “Din” kriteri de kabul edilmemiş, sadece “Gayrimüslimler” denmiştir. Din kabul edilseydi, görüşmeleri yürüten Dr. Rıza Nur‘un anılarında yazdığı gibi, Aleviler de uluslararası güvenceye sahip olacaklardı.

“Lozan Madde 45 Yunanistan’la mütekabiliyet maddesidir.”
Yanlış. İnsan haklarında mütekabiliyet yasaktır (1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, Madde 60/5) çünkü yurt dışındaki soydaşı uğruna yurt içindeki vatandaşını helak etmek anlamına gelir. O madde “paralel yükümlülük” maddesidir.

“Musul ve Kerkük, şu veya bu şekilde Irak dışında bir devletin egemenliğine geçerse, Lozan’a göre Türkiye’nin ilhak hakkı doğar.”
Bunu söyleyenler herhalde Musul-Kerkük’ü Nahcivan’la karıştırmaktalar. Ama Nahcivan konusunda da Türkiye’nin böyle bir hakkı yok (1921 Moskova Antlaşması Madde 3).

“ABD, Lozan’ı onamayı reddetti.”
ABD Lozan Barış Konferansı’nda sadece “gözlemci” idi; nasıl onasın veya reddetsin?

Özetle, hani diyorlar ya, “Ağzı olan konuşuyor.” Lozan için bu özellikle böyle.

İsviçre’de yayın yapan L’Illustré dergisinin 2 Ağustos 1923 tarihli kapağında İsmet İnönü ve Rıza Nur

İsmet Paşa nasıl seçildi, Lozan müzakereleri sırasında Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa arasında nasıl bir temas vardı, Türkiye’nin Lozan heyeti konusunda ne söylenebilir?

Şöyle başlayalım:

İsmet Paşa’nın M. Kemal Paşa açısından üç önemli niteliği vardı. Sırayla:

1) Kurtuluş Savaşı’ndaki diğer komutanlardan çok daha “sivil” ve yetenekli olması;
2) Lider M. Kemal’e rakip olmaya kalkışmaması;
3) Herhangi bir devlete yakın olarak algılanmaması.

İsmet Paşa, dışişleri bakanı yapılarak, Mudanya silah bırakışmasına da, Lozan’a da heyet başkanı olarak gönderildi. Lozan’da yanına iki delege daha verildi: Eski maliye bakanı Hasan Bey (Saka) ve çok sıkı bir Türkçü olan Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur. Tabii, Osmanlı’nın büyükelçileri de danışman olarak götürüleceklerdir.
Lozan’a giderken, yol temizliği yapıldı: 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılarak, Lozan’a katılmak isteyen İstanbul devreden çıkarıldı. Bunların yanı sıra Heyet’e 14 maddelik kısa bir talimat verildi: Burada iki “olmazsa olmaz” koşul vardı:

1) “Ermeni yurdu” söz konusu olamaz;
2) Kapitülasyonlar kesinlikle kaldırılacaktır; öyle ki, gerekirse görüşmeler kesilir ve geri dönülür. Zaten bu yüzden Konferans 2 buçuk aylık bir “ara” verecektir.

Ayrıca, azınlıkların mübadelesi sağlanacaktır ve Düyun-ı Umumiye borçları Osmanlı’dan ayrılan diğer ülkelere de paylaştırılacaktır.

Bunların dışında, koskoca Lozan görüşmeleri 25-30 satırlık bir talimatla yürütülemeyeceği için, hep Ankara’dan talimat almak gerekiyordu. Bu nedenle, Lozan-Ankara arasında çok yoğun bir telgraf bağlantısı kuruldu.

Bu bağlantı İstanbul üstündendi ve İngilizler şifreleri çözdüler. Fakat sürüyle bürokratik aşamadan geçen çözülmüş mesajlar Lozan’daki Müttefik heyetine ulaşana kadar iş işten geçiyordu, o da ayrı.
Osmanlı’dan müdevver büyükelçilerin danışman olarak yaptıkları katkılar da yaşamsal olmuştur.
Lozan heyetinde Hasan Bey ile İsmet Paşa arasında herhangi bir sürtüşme olmadı. Ama Dr. Rıza Nur, kendi anılarında da yazdığı gibi çok ciddi psikolojik sorunlar sahibi birisiydi, ayrıca müzakerelerde TBMM heyetine zarar verecek aşırı “milliyetçi” bir tutum sergiledi. Bunları Hayat ve Hatıratım adlı anılarında yazar ve mesela orada İsmet Paşa’nın kafatası biçiminin Türk standartlarına uymadığını söyler.

Lozan’a giden heyet konusunda özet olarak şunu söylemek lazım:

Lozan’a giden ve 24 Temmuz 1923’de barış antlaşmasını imzalayan heyetin adı “TBMM Heyeti” idi. Dönerken, artık “Türkiye Heyeti”.

Lozan Antlaşması: Taraflar ve imzacılar

 

Türk tarafının kayıtsız şartsız bağımsızlık talebini dile getirdiği Lozan Barış Konferansı, 11 Kasım 1922 ile 24 Temmuz 1923 arasında 8 ay sürmüştür. Antlaşma, görüşmelerin yapıldığı İsviçre’nin Lozan kentinde 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştı. Antlaşmaya imzacı olan ülkeler ve onların adına imza atan temsilcileri şöyle:

Büyük Britanya – Horace Rumbold (İstanbul’da Britanya Yüksek Komiseri)

Fransa – Maurice Cesar Joseph Pelle (Cumhuriyetin Doğuda Yüksek Komiseri)

İtalya – Marki Camille Garroni (Senatör, İtalya Büyükelçisi, İstanbul’da Yüksek Komiser)

İtalya – Jules César Montagna (Atina Olağanüstü Temsilcisi ve Orta elçi)

Japonya – Kentaro Otchiai Jusammi (Roma olağanüstü ve yetkili Büyükelçisi)

Yunanistan – Elefterios K. Venizelos (Eski Bakanlar Kurulu Başkanı)

Yunanistan – Dimitri Kaklamanos (Londra Olağanüstü Temsilcisi ve Orta elçi)

Romanya –  Constantin İ.Diamandy (Orta elçi)

Romanya – Constantin Contzesco (Orta elçi)

Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı – Dr. Miloutine Yovanovitch (Bern Olağanüstü Temsilcisi ve Orta Elçi)

Türkiye adına imza atanlar 

İsmet Paşa (İnönü) – Umuru Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) , Edirne Mebusu

Dr. Rıza Nur Bey – Umuru Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekili (Sağlık Bakanı) , Sinop Mebusu

Hasan Bey (Saka) – Eski vekil, Trabzon Mebusu

Önceki Yazı
Sonraki Yazı