Baskın Oran

1979’da FKÖ’yle neler konuşmamıştık

Geçen hafta (2 Mart 2008) bu sayfalarda Prof. Erdal Yavuz’un “Afakî bir yazı” başlıklı bir makalesi vardı. Erdal bizlerin sınıf arkadaşı ve/veya can dostudur. 1979’da Lübnan’a birlikte yaptığımız bir geziyi anlatıyordu. Ama herhalde aradan otuz yıl geçtiği için kimi şeyleri biraz karıştırdı.

Erdal’ı üzmek bizlerin dünyada en son isteyeceği şey bile değildir ama, bunları hemen düzeltmek lazım. Çünkü son derece yanlış anlamalara (hatta, kötüye kullanmalara) yol açabilirler.

Birincisi, bizler Dışişleri Bakanlığı tarafından falan görevlendirilmedik. Hatta, üniversitede asistan veya uzman oluşumuz dışında hiçbirimizin hükümetle veya devletle resmî veya gayriresmî hiçbir ilişkisi yoktu. Bırak bakanlıkça görevlendirilmeyi, tam tersine, bu daveti kabul etmek hepimiz için ciddi bir risk idi.

FKÖ’nün davetlisi olarak ve üç şey için gittik: 1) FKÖ’nün ne yaptığını yerinde incelemek; 2) Aynen bugünkü gibi İsrail saldırısı altında bulunan Filistinlilere destek vermek; 3) Amerikan ve İsrail propagandası tarafından “terörist” denip geçilen Filistinlilerin göçmen kampları, hastaneleri, okulları, her türlü kurumları bulunan ama toprağı bulunmayan “topraksız bir devlet” olduğunu Türkiye kamuoyuna tanıtmak. FKÖ’nün ülkemiz tarafından tanınmasını sağlamak.

Bizden hemen önce Mülkiye’den hocalarımız (daha önce de birkaç grup halinde gazeteciler) yine FKÖ’nün davetlisi olarak aynı geziyi yapmışlardı. Bizim de yol ve yemek-yatak masraflarımızı davetçi kuruluş ödedi; biz sadece pasaport masraflarını vs. karşıladık. Pasaport deyince aklımıza gelen husus: Erdal kardeşimizle konuştuk, “Dışişleri heyeti” diye hatırlamasını gri pasaportla gitmiş olmamıza bağlıyor. Asistan olduğumuz için zaten pasaportlarımız gri hizmet pasaportuydu; böylece yurt dışı çıkış harcı vermiyorduk ve tabii ki bu geziye Fakülte yönetim kurulu kararıyla gitmiştik.

İkincisi ve daha önemlisi, bu gezide Kürt ve Kürdistan konuları (ve hatta, kelimeleri bile) katiyen geçmedi. Tek bir kere bile. Zaten o sırada bu konular ne gündemdeydi, ne de herhangi birimiz bunlardan anlıyordu. Biz bu konularla maalesef ancak 80’lerin sonunda ilgilenmeye başlamış bir kuşağız; bu da bizim ayıbımızdır.

Aslında, bu gezide hepimizi fazlasıyla üzen iki olay olmadı değil; acaba Erdal bunları mı karıştırdı. Şöyle:

1) Arafat bizi bürosunda sabaha karşı kabul ettiğinde yanında iriyarı birisi vardı ki, kimi arkadaşlar adını duyunca huzursuz oldular. Çıktığımızda da, bu adamın FKÖ Tahran temsilcisi olduğunu, çok kısa bir süre önce Türkiye aleyhinde epey tatsız bir demeç verdiğini söylediler. Otuz yıl sonra tam hatırlamıyoruz ama, ya Hani el-Hasan’dı, ya Abu Musa. Arafat’ın sanki bir mesaj verir gibi bizi böyle birisinin yanında kabul etmesi canlarımızı sıkmıştı. İlginç olan şu ki, ayırt edemediğimiz bu iki ismin ikisi de sonradan Arafat’ın karşısına geçeceklerdir.

2) Daha önemlisi: O zamanlar FKÖ’nün enformasyon sözcüsü/bakanı durumunda olan Mahmut Labadi adlı zatla görüştük. Bu kişi yalınayak bağdaş kurduktan sonra bize nasihat ile hakaret karışımı bir nutuk çekti. Osmanlı’nın aksine Cumhuriyet’in mazlum Filistin halkının yanında yer almadığını nezaket sınırlarını epey zorlayan bir biçimde ifade etti. Tabii, bu üslubu nedeniyle bizden gerekli tepkiyi usulü dairesinde aldı. Bu Labadi de, tesadüf, FKÖ’nün yine 1983’te İsrail tarafından Lübnan’dan Tunus’a sürülmesi sırasında Arafat’a isyan eden Ahmet Cibril’in tarafını tutup, Arafat hakkında “Biz onun askerî bir yenilgiyi siyasal bir zafer haline dönüştürmesine izin vermeyeceğiz” diyecektir (Time, 05.12.1983).

Şimdi, Filistinlilerin bu gezide bize “Hedefimize ulaşıncaya kadar ihtiyaç duyduğumuz en güvenilir üs bağımsız bir Kürdistan’dır” dediklerini ve Türkiye’den destek alamazlarsa Kürtleri ve sol örgütleri harekete geçirme tehdidinde bulunduklarını ileri sürmek cidden afakî ve hatta vahim.

Böyle bir “hatırlama”, PKK’yı “dış güçler”in kurdurduğuna inanan bedbahtların şüpheliler listesine bir de Filistinlileri eklemelerine yol açar ve onları çocuklar gibi sevindirebilir.  Üstelik, Filistinliler şu sırada yine açlık ve katliamla boğuşuyor. İsrail savunma bakanı yardımcısı tarafından soykırımla bile tehdit ediliyor (Radikal, 01.03.2008). Şu anda radyo son 24 saatte 61 Filistinlinin öldürüldüğünü söyledi. Erdal’ın belleğinin otuz yıl önceki olumsuzlukları bugünün olumsuzluklarıyla karıştırması böyle bir tatsız döneme rast geldi. Ayrıca, bu Türkiye Kürtlerini töhmet, bizi de vebal altında bırakabilir.

Ama, sağlık olsun. Düzelttik işte. Oldu, bitti. Erdal bizim canımız. Keşke dünyada her şey bu kadar kolay düzeltilebilse.

Not: Tabii bütün bunlar, bizim Erdal “Akıl Oyunları” filmini hatırlayıp bizlerle dalga geçmediyse. Geçtiyse, o zaman buna dalga değil “tsunami” demek lazım!

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı