Mülkiye’de “Kamuoyu ve Siyasi Partiler” hocamız Prof. Nermin Abadan öğretmişti: “Bir ülkede herkes aynı kanıdaysa, o ülkede kamuoyu yoktur”.
Herkes aynı kanıda olunca korkarım. Çünkü kimsenin itiraz etmediği durumlarda çok açık gerçekler kaynayıp gidebilir. Şu anda da, dikkat, böylesi bir “birlik-beraberlik” durumu fazlasıyla var gibi: İstisnasız herkes, Türk irtibat bürosu ve özel kuvvetlerinin ABD tarafından aşağılanarak tutuklanmasına dümdüz gidiyor. Koroya katılmadan isterseniz bir düşünelim:
1) ABD bunu, Türk askerinin Irak’tan çekilmesini sağlamak için ihtar olarak yapmış olabilir. Zaten, Bush’un “Anlaşarak değil, korkutarak” politikasına cuk oturuyor. Zaten, bu tahlili pek çok kişi yapıyor.
Fakat, hükümetimiz “affı şahane’ye uğrayabilmek” için kendini resmen paralarken, yani Bush’un tam istediği kıvama gelmişken, koca Türkiye’yi “Amerika’nın Bush’luğu” diye ayağa kaldıracağı besbelli bir eyleme girişmek niye? Üstelik, 1995’ten bu yana ABD ve İngiltere’nin mutabakatıyla resmen çalıştığı bildirilen Türk irtibat bürosuna?
Diğer yandan, ABD ile Türkiye’nin ulusal çıkarlarının şu anda 180 derece ters olduğu kanısındayım ama, Amerikalıların Irak’ın kuzeyinde Türk askeri istemeyişlerinin Türkiye’nin çıkarına fevkalade uygun olduğunu düşünüyorum ve bunu yırtınırcasına bin kere yazdım; başkaları da yazdı ve söyledi:
- a) Asker sokup da ne yapacağız? Kürt devleti kurulacak olsa onu mu engelleyeceğiz? Biz kendi Kürtlerimizi memnun etmeye bakalım; onu yaptıktan sonra güneyimizde bir değil bin tane Kürt devleti kurulsa ne fark eder? b) Hepsinden önemlisi, Kürtlerden biri kalkıp da taciz veya tahrik ateşi açsa ne duruma düşeriz? Cevap versek fena çatışma çıkar ve Amerikan işgalindeki bir yere kitlesel saldırı yapıp yardım gönderemeyiz, cevap vermeyip sineye çeksek fena rezil oluruz.
Belki de bugünkü berbat durumda bir teselli var: Bu tutuklama aşağılamasını dünya hegemonu ABD yaptı; hani, fıkradaki gibi “Ya gözüne gireydi!” durumu oluşsaydı yani 11 askerimizi Kürtler saldırıp tutuklasaydı ne yapacaktık? Irak’ı işgal mi edecektik? İsrail’in Entebbe’de yaptığı gibi helikopterlerle özel tim yollayıp operasyonla mı kurtaracaktık?
2) İkinci bir olasılık epey ürkütücü: Oradaki özel tim Ankara’nın, daha doğrusu, “Ankara’daki gerçek resmî yetkililerin” haberi olmadan bir “operasyon”a girişmek istediği için bu aşağılayıcı olay patlak vermiş olabilir mi? 08 Temmuz tarihli Radikal’de Murat Yetkin bunu “Amerikalıların basına sızdırdığı” diye yazıyor. Buna göre, “Özel kuvvetler Kerkük’ün Kürt belediye başkanına suikast hazırlığında” imiş. Cemil Bayık’ı öldürmek planından da söz ediliyor.
Sabıkamız olmasa, “komplo teorisi” der geçerim. Ama var. 15 Mart 1995’te Cevadov’un Aliyev’e yaptığı darbe girişiminde OMON birliklerini üç Susurlukçu’nun (Ayhan Çarkın, Korkut Eken, İbrahim Şahin) üç ay önceden Azerbaycan’a gidip eğittiği, hatta buna İstanbul Hukuk’tan bir öğretim üyesinin bile katıldığı yolunda gazetelerde uçuşmuş olan haberleri ben yazmadıydım. Darbeyi de derhal telefon edip Aliyev’e ben ihbar etmedim; bizzat Cumhurbaşkanı Demirel ettiydi.
Geçmişi bırakıp bugüne dönelim. Aslında, konuyu fazla kurcalamak istemiyorum, çünkü şu anda yeterli bilgi yok; zaten birçok yazar (ör. G.Aktan, T.Erdem) bu gerekçeyle yazmaktan kaçındı. Ama, izninizle, 07 Temmuz tarihli ABD Dışişleri brifinginden söz edeyim. Bir gazetecinin sorusuna sözcünün verdiği cevabı aynen kopyalıyorum: “MR. BOUCHER: They have all been released at this point — all the Turkish soldiers — all those apprehended, I guess — detained in these incidents — have been released, but part of that is been released to the custody of the Turkish military.” Yani, “Bütün gözaltına alınanlar serbest bırakıldı, fakat bir kısmı Türk askerî makamlarının custody’sine teslim edildi” (bkz.). Custody’nin sözlükteki karşılığı şöyle:
“Muhafaza, nezaret, hapsetme. Be in custody: mahpus olmak, take into custody: tutmak, hapsetmek, tevkif etmek.” Bir de give into custody var: teslim etmek, emanet etmek. Ama bu son anlam geçerliyse, sözcü Boucher neden “…serbest bırakıldı ama (but)…” desin? Acaba bu yüzden midir ki M.Yetkin, olayı araştırmak için yapılacak ortak toplantılarından söz ederken, yazısını “Kerkük toplantıları Washington’dan çok Ankara’yı sarsabilir” diye bitiriyor?
Evet, henüz yeterli bilgi yok. Ama yeterli ders fazlasıyla var:
1) Türkiye’de Derin Devlet sanıldığından daha gözükara. Hele, kaybettiği hissine kapılırsa. AB Uyum Paketleri ortamında, bir de ABD’yle KADEK’i silahsızlandırmaya ilişkin görüşmeler yapılırken, süreci bozmak için inanılmaz komplolara imza atabilir. “Herşey Türkiye İçin”, bittabii. Üstelik, geçenlerde akladık muhteremleri.
2) Her gün askerleri öldürülüp duran ABD Irak’ta çok güç durumda. Orta Doğu’da Türkiye’nin işbirliğine şiddetle ihtiyacı var. Apo’yu 99’da paket edip vermenin devamı olarak şimdi de KADEK’i pasifize ediyor. Bundan yararlanarak ve terör tekrar başlamadan (PKK? Susurlukçu kardeşlerimiz?) KADEK’in Türk siyasal sistemine dahil edilerek ehlileştirilmesinde sonsuz yarar yok mu? Karşınızdakiyle, o en zayıf olduğu zaman anlaşmaz mısınız? Kürt sorununun sırf bastırmakla halledilemeyeceğini acep ne olursa anlayacağız? Üstelik, Ermeni Tasarıları gibi KADEK konusunun da ABD’nin elinde oyuncak (ve, koz) olmasını istemiyorsak şapkamızı önümüze koyup artık karar versek.
Bu olay çıkmasaydı yazacak olduğum 5-6 Temmuz Ankara Kürt Konferansına tam dört Kürt partisinin katıldığını söyleyeyim: DEHAP, EMEP, HAKPAR, Özgür Toplum Partisi. Bunlara bir de Kemal Burkaycılar gibi kaç tanesini ekleyin, biraz daha düşünün.
Not: Bu gidişle ben Bodrum falan yazamam.